top of page
  • Cem Batırbaygil

Zen Budizm ve Bilgelik


tai chi
zen budizm ve bilgelik

Pek çok kimse Zen Budizm'i Mahayana Budizmi'yle Taoculuğun karışımı, Uzakdoğulu gizemci bir öğreti olarak tanımlayacaktır. Aslında bu tanım büsbütün yanlış da sayılamaz. Bütün sorun gizemcilik dendiği zaman ne anlaşıldığına bağlıdır. Gizemcilikten bir dizi dogmaya dayalı olarak bu dogmaları doğrulamak için aklı ve normal bilinci aşan bir aşkınlıkla, bir esrime (ekstaz), bir kendinden geçme durumu (trans) içinde algılar ötesi yüksek gerçeklere, Tanrıya ulaşılması anlaşılır. Zen Budizm'in bu tanıma uymayan yanları uyan yanlarından daha çoktur. Zen'de dogmanın hiç bir türlüsü olmadığı gibi tektanrıcı dinlerdeki tasarıma uyacak biçimde bir Tanrı kavramı da yoktur. Bundan başka Zen, izdeşlerini esrime gibi, kendinden geçme gibi zihnin saydamlığını bozacak, insanı gerçek dışı düşlere, kuruntulara sürükleyecek ruhsal durumların arayışı içinde olmaya da özendirmez.


Tek amacı zihnin bütün yanılgılardan kendini kurtarmasına, olanca keskinliğiyle gerçeği bütünlüğü içinde, olduğu gibi kavramasına olanak verecek bir eğitimi gerçekleştirmek, Zen yolunu izleyen kimsenin gözlerini yanılgıların arkasında gizlenen tam ve bölünmez gerçeğe açmaktır.


Zen Budizm Suzuki’nin dediği gibi «kanıların, kararların, yargıların zorbaca baskısı altında» mantık ve dil kurallarına ve sözcüklere bağımlı olarak çalışan aklımızın gerçeği olduğu gibi, gerçeği gerçek gerçekliği içinde kavramamıza yetmeyeceğini, aklın sınırlılığını aşmamız için bir yol, bir yöntem bulunması gerektiğini savunduğu için salt bu nedenle gizemcilik olarak nitelenirse bir haksızlık yapılmış olmaz mı? Derinlik ruhbilimi, toplumbilimi, anlambilim, iletişim, göstergebilim, dilbilim gibi bilim kollarında benzer yönlenişler gözlenebiliyor günümüzde. Ama salt bu nedenle bu bilimlerin gizemci olduğunu söylemek aklımızdan geçmiyor.


Bunun dışında Zen Budizm'i öteki gizemci öğretilerden ayıran önemli bir özellik, Zen Budizm'in var olanın dışında bir gerçek, bir giz aramamasıdır.


Zen'in görüşüne göre bütün gerçek, bütün giz burada ve bu anda karşımızda durup duruyor. Eğer gerçeği burada ve bu anda bulamazsak başka nerede bulabiliriz? Yeterki buraya ve bu ana gözlerimizi açalım. «Daha en baştan beri senden hiç birşey gizlenmemişti. Sendin gözlerini gerçeklere kapayan!

Sendin!... Zen'de ne açıklanabilecek birşeyler var, ne de öğretilip senin bilgini arttırmanı sağlayacak bir şey var. Senin içinde büyüyüp gelişmedikçe hiçbir bilginin sana yararı olmaz. Ödünç kuş tüyleriyle süslensen de takma tüyler büyümez.« (1).


Zen zihnimizi dogmalardan, önyargılardan, geleneklere bağımlılıktan gelen koşullanmalardan kurtarmadıkça, zihnimizin kavramlardan örülü kafesinden çıkamayacağı, bu nedenle de gerçeği gerçekliği içinde görüp anlayamayacağı konusundaki görüşünü öğretisinin en temel ilkelerinden birisi yapmıştır.


Zen yaşantısına ulaşmış kimse için tek bir gerçek vardır. Günlük yaşamamız içinde bulup yaşayabileceğimiz, en anlamsız gibi görünen ayrıntılar içinde de aynı oranda var olduğunu gözleyebileceğimiz gerçek. Çinli bilge Chao Chou'ya «Zen gerçeği (Tao) nedir?» diye sordukları zaman «Sizin her günkü yaşamınızdır, her günkü düşüncelerinizdir» diye yanıt vermiş.


Zen'in amacı ya da Zen'de bilgelik yaşama ve kendi iç varlığımıza karşı bir duyarlık kazanmak, şu kanıksadığımız yabancılaştığımız dünyayla kaynaşmak onun olağanüstü güzelliğine uyanmak, kendi kendimizle olan yabancılığımızı gidermektir.


Bütün bu benzemezliklerin yanında Zen'in öteki gizemci öğretilere benzeyen yanı izdeşlerini eğitme konusunda izlediği yöntemlerdeki biçimsel benzerliklerdir. Örneğin manastır düzeni, toplu ve törensel meditasyon uygulamaları vb. Zen yolunu izleyen kimse, ilk önce yalnızca düşünce düzeyinde erişilebilecek bir doğru olmadığını, insanın bütün varlığıyla algılamadıkça doğruyu bulamayacağını öğrenmelidir. Zen Budizm'de en büyük isim olduğunu söyleyebileceğimiz Altıncı pir Huineng şöyle demişti : «Yazıları, lafları bir yana bırakıp içgörünün, sezginin seni içten içe aydınlatmasını beklemelisin. Bütün sorun zihnin çalışmasını bozmadan insanın kendi zihnini izleyebilmesidir. Asıl iç varlığımızı tanımak budur... İş zihni uyuşturup, gevşetip mankafa yapmakta değil, onu en ince en iç şeyleri de kavrayacak kadar keskinleştirmektedir.» (2).


Zen bütün ağırlığını uyanma aydınlanma yaşantısı üzerine koymuştur. Uyanma aydınlanmaysa en başta bizi bilinçdışından güden güçlerin farkına varmak, onların elinde nasıl bir kukla, nasıl bir oyuncak olduğumuzu görebilmektir.


Bir kez bu güçleri tanıyacak olursak o zaman bilinçdışı güdülerle yönetilen bir kukla olmaktan kendimizi kurtarabiliriz. İşte iç özgürlük ya da gerçek özgürlük diyebileceğimiz şey budur. Bilgelikse yaşamını uyanıklığın—belki şöyle söylememiz daha doğru olacak— bu iç, bu gerçek özgürlüğün gereklerine göre ayarlamaktır. Zen görüşüne göre uyanıp aydınlanma varılacak bir hedef gibi alınmamalıdır. Bir hedef değil bir süreçtir aydınlanma. Ben uyandım aydınlandım demek uyanma aydınlanma değil bir başka çeşit uykudur.


Bilgelik her uyanıklık anını uyku ve bulanıklık anlarının izleyeceğinin, uyanık kalmanın sürekli bir çabayı gerektireceğinin bilişinde olmaktır.


Nasıl mı? Zen bu uyanıklığı sağlamak için bazı ipuçları veriyor elimize. Birinci ipucu yaygın ve sürekli bir dikkattir. Zen ustası İkkyu'ya (1394-1481) mal edilen şöyle bir öykü var : Bir gün halktan bir adam İkkyu'ya «Ustam en yüce bilgeliğin temel kurallarını şu kâğıda yazıver» deyince İkkyu hemen fırçasını kapıp kâğıda «Dikkat!» diye yazmış. Adam «Hepsi bu mu? Yazacak başka bir şey yok mu?» diye sorunca bu kere fırçasını tekrar almış eline «Dikkat! Dikkat!» diye iki kez yazmış. Adam biraz can sıkıntısıyla «Bu yazdığında öyle ince bir anlam, fazla bir derinlik göremiyorum.» deyince de İkkyu yeniden fırçasını kapıp bu defa kâğıda üçüncü kez «Dikkat! Dikkat! Dikkat!» yazmış (3).


İkinci ipucu, burada ve bu anda yaşamasını öğrenmektir. Tekerleğin ortasındaki dingil nasıl tekerlek ne kadar hızlı dönerse dönsün hiç kıpırdamadan olduğu yerde durup duruyorsa, nasıl tayfunun ortalık yerinde rüzgâr almayan durgun bir göbek varsa, burada ve bu anda da hiç yerinden oynamadan hep olduğu yerde kalan yaşamın ağırlık merkezi vardır. Eğer burada ve bu anda yaşamasını becerebilirsek orada geçmişin pişmanlıklarından, geleceğin getirebileceklerinin kaygılarından korunabileceğimiz bir sığınak, yaşamın selinin çevrintisine, burgacına kapılmadan su yüzünde kalabileceğimiz bir can simidi bulabileceğiz.


Su yüzünde kalmak, akıp giden yaşamla birlikte karşı koymadan direnmeden akıp gitmesini öğrenmek, dönüşü olmayan bir akış içinde yaşamın tek bir anının bile ikinci kez yaşanmasının olanaksızlığını içten içe kavramak, her saniyenin tadını bilecek biçimde yaşamın coşkuyla, kıvançla kucaklanmasına yol açabilir.


Bir üçüncü ipucu da zorlamasızlık, yaşamı olduğu gibi kabul etmekten gelen rahatlık, yaşayacağım diye çırpınmak yerine kendini zorlamasızca yaşamın kollarına, kucağına bırakmaktır. T'ang dönemi Zen ustalarından Lin chi'ye mal edilen şu sözler Zen'deki bu açıyı çok açık bir dille anlatıyor :


«Budizm'de hiçbir zorlama yoktur. Olduğunuz gibi olunuz hepsi bu kadar... Karnını doyur, bağırsaklarını güzelce boşalt, çişin gelince işe, yorulunca da git yat. Cahiller bu sözlerime gülecekler ama bilgeler ne demek istediğimi anlayacaklar.»


Zen Budizm ve Bilgelik / İlhan Göngören


(1) Zen Budizm, D. T. Suzuki'den seçme yazılar, s. 89.

(2) Zen Budizm, Bir Yaşama Sanatı, s. 146 da D. T. Suziki, Essays in Zen

Buddhism, First Serte s, s. 220 den alıntı yapılmıştır.

(3) Buda ve Öğretisi, s. 144 de Philip Kapleau, The Three Piîlars of i.en, s.

10-11 den alıntı yapılmıştır.


bottom of page